Yalan Yanlış Bilgiler

Merhabaaaa,

Bugün, sağdan soldan duyduğum yalan yanlış bilgilerin üzerinden geçerek bir kaç yalan yanlış bilgi de ben vereyim istedim. Bir nevi Mythbusters havasında yapmak istiyorum bu işi .

“Asfalt zeminde dişli lastik yağmurda ve yol tutuşunda daha güvenlidir.”

Hadi oradan! Dişli lastik dediğin arazi lastiğidir. Dişli bir lastikle viraja girmek slick bir lastiğe göre daha tehlikelidir. Dişler yüzünden yolla temas asfalt lastiğine göre daha azdır.

Hele ki yağmurda asfalt lastiğinden daha çok kayar. Çünkü suyu dışarıya tahliye etmesi gerek kanallardan ziyade toprağa veya çamura daha iyi yapışmasını sağlayan dişler vardır. Hatta bu dişler suyu içeride tutar ve kaymayı arttırır. Halbuki asfalt lastiklerinin üzerlerinde su tahliye kanalları olur ve yağmur yağdığında su bu kanallardan dışarıya atıldığı için çok daha güvenli bir sürüş sağlar.

“Geniş sele rahatlık demektir.”

Koltuklar için geçerli olabilecek bir şey (ki koltuk bile biraz geniş olduğunda “acaba uzanmaya mı çalışsam, yoksa efendi gibi otursam mı” diye rahatsız olabiliyorum) ama bisiklet üzerinde selenin geniş olması pek de rahatlık sağlayacak bir şey değil. Selenin rahatlığı tamamen kullanıcının anatomik yapısına uygunluğu ile alakalı. Tamam, Brooks seleler hem geniş hem de rahat ama onların rahat olmasının nedeni farklı. Bu seleler deri oldukları için belli bir yerden sonra kullanıcının popo şeklini alırlar ve gerçek anlamıyla kişiye özel seleler olurlar.

Kullanıcının anatomik özelliği ile sele arasındaki ilişki de şu şekilde oluyor. İlk önce Oturga Kemikleri denen kemiklerin arasındaki mesafe ölçülür ve buna 2cm eklenerek sele genişliği bulunur. Sele şu şekilde olmalıdır;

Dar veya geniş olması bu kemiklerdeki desteği azalatacağından uzun mesafelerde çok çılgın ağrılara sebep olabilir. Ayrıca şunu belirtmekte fayda var ki, her yeni seleye alışma süreci vardır. Sele veya yeni bisiklet alıp 2 gün kullanıp “Sele rahatsız ediyor, hemen değiştirmeliyim” dememek, biraz sabredip alışmaya çalışmak lazım.

“Seleye oturmak kısırlığa neden oluyormuş”

Eğer anatomiye uygun sele seçilirse böyle bir şey olmasına imkan yok. Eğer anatomiye uygun sele seçilmezse böyle bir durum olması için muhtemelen 1 yıl geçmesi gerekiyor. Sele nedeniyle oluşan hissizlik (Erectile Dysfunction, yani ER) kendini çok belli eden bir sorun. Eğer bisikletten inip 1 gün boyunca hissizlik veya uyuşma yaşanıyor ve buna rağmen bir şey yapılmıyorsa ne diyeyim ben daha…

“Lastikler çok ince, beni taşımazlar, sürekli patlarlar.”

Öhöm.. Merhabalar, ben Edip. 101 kiloyum. 700 * 23’lük dış lastik kullanıyorum . Şu güne kadar lastiğim iki kere patladı. O da benim ağırlığımdan değil. Bir tanesinde sevgili İBB çalışmalarından arta kalan bir tel lastiğe girdi, bir tanesinde de 35 km/s hızla giderken bir çukura girip “yılan ıssırığı” diye tabir edilen patlak meydana geldi. Dağ bisikletimde lastiğin patlama sayısının haddi hesabı yok (Rubena Scylla’lar ile tabii ki). Doğru basınç aralığında kullanılan düzgün lastikler patlamaz.. Raat ol sen..

“Amortisör Türkiye yollarında kesinlikle gereklidir. Amortisör olmazsa bisiklet bile kırılabilir.”

Artık hiç bir şey demiyorum. Neden? Çünkü daha önce dedim. Aha da burada.

 “Yolda ters şeritte sürmek daha güvenlidir”

Kesinlikle! Zaten bütün bisikletliler ve Trafik Kanunu bu konuyu yanlış biliyor. Trafiğin sağından gidilir mi hiç? Halbuki aksine ters yönden gitmek lazım ki üstüne gelen sürücüler seni görünce şaşırsın, panik olsun, sağa sola hatta direk sana çarpsınlar.. Hızlı yaşa, genç öl!

“Zaten çok uzun süre bisiklete binmiyorum, kask takmama gerek yok”

Hiç gitmedin mesela. Olduğun yerde duruyorsun. Dengeni kaybedip yana doğru düşüp kafanı kaldırıma çarptın. N’oldu? Hoşgeldin beyin hasarı.. Kask takmak bu kadar büyütülecek bir şey değil. İlk önce eşeği sağlam kazığa bağlamak sonra allaha emanet etmek lazım (Kafaya da eşek demiş oldum ama).

Şimdilik aklıma bunlar geldi. Azıcık da ben yalan yanlış bilgiler verdim, rahatladım ..

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://kirlibisikletler.com/2013/05/yalan-yanlis-bilgiler/

Trek FX7.5 nasıl ‘dropbar’ oldu?

Bu yazıya 27 Şubat’ta başlıyorum.. Bakalım ne zaman bitecek..

27 Şubat

Son zamanlarda antrenmanlarımı sürekli Felt’le yaptıktan sonra, geçen gün “hadi bugün de Trek’le çıkayım” dedim. Tam tersi olması gerekirken, flat (düz) gidon çok rahatsız geldi, zorladı, istediğim gibi hareket edemedim. Derken ‘Trek’i ‘dropbar’lı bir tur bisikletine çevirebilir miyim’ diye düşündüm. Hem tutuş açıları uzun yolda rahat ettirir, hem, yol bisikletinin aksine, daha kalın dış lastiklerle uzun yolda daha konforlu olabilirim, hem de daha atik bir bisikletim olmuş olur.

Bugün araştırmalara başladım, ben nasıl yaparım da Trek FX7.5’i ‘dropbar’a çevirebilirim diye.. Araştırmaya başlamadan önce kafama takılan sadece 2 şey vardı;

  1. Frenler: STI kollarda fren çekiş oranları V-Frenlere göre oldukça kısa. Ya fren bacaklarını jant yanağına çok yakınlaştırmam, ya mini v-fren ya da cantilever denilen frenlerden kullanmam lazım. Mini V-Fren benim lastik genişliğimi kısıtlayacağı için bundan vazgeçtim. Cantilever frenler istediğim kadar güçlü değil. Fren bacaklarını janta yakınlaştırırsam da, bir sorun olduğunda tekerleği çıkartmakta zorluk çekerim. Bunlara bakarken “Travel Agent” denilen bir aparat gördüm. STI kollardaki çekiş gücünü normal v-frene uyarlayabiliyormuş. Bu çözümde karar kılmış bulundum.
  2. Çekiş sistemi: Ön viteste sıkıntı yok, zaten Sora, yol ekipmanı. Ama arka vites aktarıcı Deore, bu sorun yaratır mı diye aklıma takıldı. Biraz araştırma sonucunda 9’lu STI kolların 9’lu dağ ekipmanları ile sorun çıkarmadığını öğrendim. Şu andaki bütün ekipmanlarım zaten bu şekilde. Bunu da sorunsuz halledeceğimi umuyorum.

Bunlar için çözümleri bulduktan sonra ihtiyacım olacak şeyleri listeledim;

  1. Yeni bir ‘dropbar’ gidon ve gidon boynu
  2. STI kollar (Yol bisikletime yeni kol alınca ondan çıkan eskileri Trek’e geçireceğim)
  3. Gidon bandı
  4. Fren için adaptörler

başka da bir şey yok.. Bugün son..

4 Mart 2013

Bugün Fren Adaptörleri elime ulaştı. Ayın 2’sinde Amerika’dan çıktı, 2 gün sonra elimdeydi.. Vay be dedim, globalleşme ne ilginç bir şey..

Gidon ve vites kolları için de şunu düşündüm, Felt’in donanımını zaten yükselteceğim. Ondan çıkan gidon ve vites kollarını Trek’e aktaracğım. Böylece masraf olmayacak Trek için.

24 Nisan 2013

Unutmuşum yazmayı.. Gidon bandım da geldi.. Yol bisikleti için yeni kolları ve gidonu aldım, eski MicroShift’leri ve gidonu Trek’te kullanacağım .. Artık değişim için tek kalan şey, yol bisikletim için ruble ve zincir.. Onları da aldıktan sonra değişime başlayacağım.. Çok az kaldı..

04 Mayıs 2013

Bugün değişime başladım.. İlk önce kullanılacak malzemelerin fotoğrafları:

 

Bunlar tamamı..

Fren için “Travel Agent”

Gidon Bandı

Felt’ten çıkan STI Kollar

 

Artık işleme başlama vakti geldi.. Bu bisikletin ilk hali;

İlk önce frenlerin ve viteslerin kablolarını sökmekle başladım..

Ön Fren

Arka Fren

Bunları yaptıktan sonra zaten gidonu çıkarmak çok sorun olmadı. Gidon boğazı kapağını söküp gidonu çıkarttım.

 

Dropbar gidonu yerine yerleştirip, ayarını yapıp gidon boğazı kapağını da taktım..

Bundan sonra biraz sorun yaşadım.. Bisikletin üzerindeki ve Felt’ten çıkan fren ve vites kabloları Trek için çok kısa geldi -ki fren kabloları zaten STI kollar için uygun değildi-.. İlk önce orada bırakayım dedim, etrafı toparlamaya başladım ama sonra Felt’ten çıkan arka fren ve arka vites kablolarını Trek’te ön fren ve viteste kullanmaya karar verdim.

Hemen tekrar işe giriştim. Kollara kabloları ve housingleri taktım. Ön frenin montajına geçtim. Travel Adjuster’ı kullanırken çok sıkıntı çekeceğim sanıyordum ama kısa sürede çözdüm nasıl kullanılacağını. Taktım ve ayarını yaptım. Pek güzel oldu . Burada dikkat edilmesi gereken şey Travel Adjuster’ın üzerindeki deliğin uygulama aşamasında “saat 2” pozisyonunda olması. Böylece hiç bir sıkıntı yaşanmıyor. Ben de öyle yaptım ama ayar çekince o delik saat 12 yönüne geldi.. Sıkıntı yok ama .

Ön vites ayarını da yaptım. Tıkır tıkır çalışıyor.

E madem dedim bir tarafı bitirdim. Gidon bandını da sarayım. Fren kablosunu da gidona sabitledikten sonra gidon bandımı da sardım. Oooh mis gibi oldu..

Şimdi bir ara gidip arka ekipmanlar için fren ve vites kablosu alacağım. Ondan sonra bitecek. Muhtemelen 2-3 güne bitirmiş olacağım..

06 Mayıs 2013

Decathlon’da bulamadığım fren ve vites tellerini mahalle arasındaki bisikletçide şans eseri buldum . Hemen taktım. Yalnız Travel Agent’ın ayarında bu sefer zorlandım nedense. Sanırım akşam 12 gibi yapmaya çalışınca kafa hafiften gidiyor . Ama hallettim sonunda . Gidon bandını da sarıp bitireceğim artık. Ama yorgunluk başa bela. O da sonraya artık.

8 Mayıs 2014

Her şey bitti. Ayarlar yapıldı. Gidon bandı sarıldı.

 

Ve işte son hali

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://kirlibisikletler.com/2013/05/trek-fx7-5-nasil-dropbar-oldu/

Ne dedim ben!

Edip: Sabah saat 8:33… Pelin’le beraber Beşiktaş’tan düştük yine yollara. Pelin’in bisikletini yakın zamanda sattığımız için bir arkadaşından bisikletini ödünç aldık. Bu, Pelin’in 28″ ve sabit maşalı bir bisikletle ilk deneyimi de oldu.

Neyse efendim, Barbaros Bulvarı’ndan son hız Beşiktaş’a indik ve kendimizi sahile vurduk. Vay be şu anda fark ediyorum bunu, Emirgan’a kadar hiç durmamışız. Arada sadece ufak tefek su içmeler ve Pelin’in bisikletinin lastiğini şişirmek için Kuruçeşme’deki benzincide durduk…

Emirgan’a yaklaşırken karından gurultular duyulmaya başladı. Hatta önde olmama rağmen Pelin’in karın gurultusunu duymuş bile olabilirim.  :P  Ee dedik madem Emirgan’dayız, oturup burada bir kahvaltı yapalım… Pelin beni sakin olan bir çay bahçesine götürdü ve oranın tek manzaralı masasına oturttu… Afedersiniz ama yemişim Sütiş’i. O kadar kalabalık, egzoz dumanı çekeceğime hemen bir arkasındaki çay bahçesinde mis gibi rahat rahat otururum… Ki biz de öyle oturduk Pelinimle . Yumurtamız geldi, tostumuz ve bir tane kahvaltı tabağı, hepsinden birer tane alıp paylaştık. Aç karına bisiklet sürüp üzerine kahvaltı etmek ne biçim de güzel bir şeymiş. Burada kahvaltımızı edip, çayımızı, kahvemizi içip tekrar düştük yollara.

Emirgan’ın çılgın trafiğinden hızlıca sıyrılıp İstinye Koyu’nu geçtik, oradan da Yeniköy’ü geçip Tarabya’ya ulaştık yine molasız. Asıl amacımız Hacı Osman Yokuşu’ndan çıkmaktı ama ‘Hadi’ dedik ‘Tarabya Yokuşu’ndan çıkalım’. Tarabya Yokuşu’na girdik, biraz ilerledikten sonra baktım arkada Pelin yok , durdum, Pelin de yetişti hemen arkamdan, baktık ki yorulmuşuz hadi biraz elimizde çıkalım dedik. Yolda giderken, yine, mor ve parlak takım elbisesi ile Serkan Keskin’i nam-ı diğer İsmail Abi’yi gördük . Çok bulaşmadan oradan da devam ettik. Tırmanırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin muhteşem 23 Nisan afişini gördük: “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve ÇOÇUK Bayramınız Kutlu Olsun!”. Kendilerini ayakta alkışlayıp yolumuza devam ettik. Yolda bahçesi rengarenk çiçeklerle dolu bir çiçekçinin önünde fotoğraf bile çekildik.

Tarabya Yokuşu’nun sonuna doğru tekrar bisikletlere atladık ve Hacı Osman’a doğru aktık.  Hacı Osman’dan hemen Bahçeköy yoluna girdik. Ormanın içinden daracık bir yolda Bahçeköy’e doğru kah indik, kah tırmandık… Ama yol gerçekten çok dar ve sürekli kamyon geçiyor, bazı bazı korkmadım desem yalan olur… Hele ki karşıdan gelen araçlar birbirlerini sollamaya kalktıklarında bayağı bir sinirlendim. Hatta bir tanesine avazım çıktığı kadar bağırdım. Sonuçta biz de trafiğin bir parçasıyız ve bize de dikkat etmek zorundalar! İne çıka, muhteşem yeşilliklerin ve kuş seslerinin arasından Bahçeköy’e vardık.

Pelin: Evet, Bahçeköy yolu bence de hem çok güzel hem korkutucuydu Edip’in dediği gibi. Biraz daha geniş yapıp bir emniyet şeridi koysalarmış hiç sorun olmazdı. Bahçeköy’e vardığımızda Edip beni çay bahçesine götürdü. Bir dolu köpek vardı, yaşlı bir tanesini sevdik. Çayları, sodaları benim çantaya attığım nevalemizle birlikte içtik. Sonra Edip oranın harika yemekler yapan esnaf lokantasını gösterdi, çok acıkmadığımızdan orman dönüşü tekrar uğramak üzere, Belgrad’a doğru yollandık.

Girişteki arkadaşa Edip, “paralı mı bisikletle giriş” deyince, çocuk “boşver geçin yaa” gibi bir şey söyledi ve giriverdik öylece, teşekkürler arkadaş! Ormana girdik, iki güzergah vardı, biz tabi uzun olanı seçtik, ama direk yokuşla başlamaz mı… Ben hemen mızırdanmaya başladım, ama ben çok yorgunum gidemem aman da aman canım da canım diye… Bunun üzerine Edipcim tabi hemen ilerledi ve bize güzel bir yer buldu. Orada oturduk sırtımızı ağaca verip… Sessizlik, ağaçlar, biz de gülüşe gülüşe muhabbet ettik orada. Ben hiç kalkmayabilirdim ama tabi ki partnerim beni yine motive etti ve ormanda sürmeye koyulduk.

Ne de iyi etmişiz, mis gibi ve oldukça serin hava, rahatsız etmeyen inişler ve çıkışlar derken… Son bir iniş vardı ki ben başlarda araba gelir diye inişlerde frene asılıyordum. Ama baktım ki Edip uçuyor, çok kıskandım ve en son inişte koyverdim kendimi, araba gelirse de korna çalar canım! dedim. Çünkü hız ve rüzgardan inerken hiçbir şey duyulmuyor arabalara dair. Neyse bir kaptırmışım, baktım ki sonu gelmiş, Edip piknik alanı girişinde durmuş, bana yavaşlamam için işaret ediyor. Sert bir frenle noluyor diye durdum, meğerse koca bir tümsek varmış! Valla Edip söylemese takla bile atabilirdim orda o hızla sanırım.

Sonra etrafa bakındık, piknik yapanlar, yemek yiyenler, yürüyüş yapanlar… Yürüyüş parkurları hoşumuza gitti, ama bisiklet yasaktı. Biz de bisikletlerimizi elimizde iterek parkurun bir kısmını yürüdük. Tartandan tekerler kıpkırmızı oldu. Sonra birer portakal suyu içelim dedik, tuvalet molası verdik öncesinde de. Ama o da ne yahu, her şey fahiş fiyata. Sinir olduk ve 2 yerine 1 portakal suyunu paylaştık, Bahçeköy’e kadar enerji versin diye yanında bir de kraker yedik ve bu defa farklı bir yoldan ormandan çıkışa geçtik. Yol yine güzeldi, bir yerde kıyıda bir çift bisikletli moladaydı. Ormanda ikimiz de, günün ne kadar güzel olduğundan, yeşiller içinde olmanın, spor yapmanın insanı nasıl rahatlatıp hiçbir şey düşünmesine izin vermediğinden bahsederken, ikimizin de tek bir şey düşündüğünü keşfettik: YEMEK! Yahu acıkmışız. O motivasyonla jet gibi Bahçeköy esnaf lokantasına ulaştık bence!

Edip: Bahçeköy’deki Ekinciler Lokantası’na oturduk. Çorbamızı içip yemeğimizi yedik. Sonra kalktık yine çaycıya gittik, orada da sodamızı ve çayımızı içip artık geri dönüş yoluna koyulduk. Bahçeköy’den çıkıp yine Hacı Osman yoluna girdik, yine ormanın içinden, yeşillikler arasında Hacı Osman’a kadar indik. Yolda oldukça kamyon vardı, hatta bir tanesi Pelin’e çok yakın geçti de adama bayağı bir kızdım, adam boş boş yüzüme baktı sadece…

Hacı Osman’a vardık. Ordan Maslak’a doğru sürmeye başladık trafikle beraber… O sırada bir minibüsçü Pelin’i sıkıştırmış ve bir araba gelip kulağının dibinde bağırmış. Odun olmak böyle bir şey… Görüp ders almak lazım . Beşiktaş’a doğru giderken en korktuğum yer Maslak yolundan TEM’e ayrılış. Sürekli araba geçiyor, boş an bulmak neredeyse imkansız. Buraya geldik, Pelin’e tam ‘bak şöyle yapalım, böyle yapalım, geçelim karşıya’ derken baktım yol bomboş, hemen lafı kesip ‘Çabuk, çabuk karşıya karşıya’ dedim, Pelin ilk önce biraz afalladı ama hemen atladık karşıya. En korktuğum yeri de rahatça geçmiş olduk böylece.

Buradan sonra Beşiktaş’a kadar bir sorun yaşamadık. Sadece Point Otel’in önünde bir tane ‘insansı’ yaratık, yanında bayağı bir boşluk olmasına rağmen yolun en sağına kadar girmiş -ki durduğu yer emniyet şeridiydi-. Kendisini nazik bir biçimde uyarmaya çalışmış olsam da, ukala ve kendini bir .ok sanırcasına takındığı tavırlar yüzünden aramızda sertçe bir konuşma geçti. En son bana söyleyecek bir şey o yarım aklına gelmedi herhalde ve hareket çekip gitti. Ben de güldüm, ne yapayım .

Artık son durağa geldik. Pelin’i Darphane’ye bıraktım. Beni güzelce uğurladı. Verdiği öpücükler sayesinde enerjimi topladım ve Bahçelievler’e hiç durmadan ilerledim. Herhalde bi 30-45 dk sonra da ben eve girmiştim.

Ne dedim ben, “Bir gün Pelin’i de alıp Bahçeköy’e geleceğim” dedim. Yaptım… Çok da güzel oldu, çok da harika oldu .

Toplam Mesafe : 74.52  km
Toplam Sürüş Süresi 04:18:40
Ortalama Hız : 18.40 km/s
Toplam Tırmanış : 1,418 m.
Ortalama Sıcaklık 18° (12°-23°)

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://kirlibisikletler.com/2013/04/ne-dedim-ben/

Pelin’siz Bahçeköy Bahçeköy değildir..

Tarih 30 Mart, gün Cumartesi.. Pelin’in sınavı var diye buluşamadık. Eee n’apacağım ben? E hadi dedim bari bisiklete bineyim.. Sabah erkenden çıkmayı planladım, saat 7-8 gibi çıkacaktım. Aaa bir baktım saat 11 olmuş. Neyse dedim hadi çıkayım..

Bahçelievler’den çıktım, Bakırköy, Zeytinburnu derken Eyüp’e doğru devam ettim.. Amacım Eyüp’ten Kemerburgaz’a, oradan Bahçeköy’e, oradan Gümüşdere’ye, Sarıyer ve sahilden tekrar Bahçelievler.. İyi de arkadaşım demezler mi adama “İlk önce yolları öğren öyle git” diye. Eyüp’ten Kemerburgaz’a çıkacağım diye bir yollara girdim, kayboldum. Neyse orda bir iki dayıya sordum yönlendirdiler beni. Kemerburgaz yoluna girdim.. Burada yol çok geniş. Ne kadar her taraf kamyon olsa da herhalde 4metrelik bir güvenlik şeridi var. Oradan Kemerburgaz’a doğru devam ettim. Tatlı tatlı rampalardan Göktürk girişine vardım. Burada çok güzel bir iniş var. Bir ara km saatim 60 km/s’e vurdu. Aman dedim hemen frenledim kendimi, korkuyorum hızdan. Göktürk’e varınca biraz dinlenip soda falan içtim meydanda, pek sessiz sakin bir yer. Meydanda durduğum sürede ne kadar insan varsa hepsi birbiriyle muhabbet etti. Herkes birbirini tanıyor =).

Sodamı içtikten sonra Bahçeköy yoluna girdim. Harika bir yol. Orman içinde, hafta sonu olmasına rağmen tek tük araba geçiyor ama yol çok dar. Bazı bazı ürkmedim dersem yalan olur. Kah rampa çıktım kah rampa indim -ki çıktığım rampalarda %12 gördüm-. Sonunda Bahçeköy’e vardım. E hazır buraya gelmişken Trek’e uğradım. Sami ve Aram’la iki hoşbeş yaptıktan sonra tekrar yola koyuldum. Gümüşdere’ye devam etsem mi dedim ama vazgeçtim sonra. Zaten geç çıkmıştım, iyice akşama kalmayayım dedim.

Bahçeköy’den Çayırbaşı’na inen yola girdim. Sanırım hiç pedal basmadan Çayırbaşı’na kadar indim. Ormanın içinden çıkıp bir anda denizle burun buruna geldim. Mavi ve yeşil.. Sarıyer güzel bir yer=). Buraya kadar geldim bir de işyerime uğrayayım dedim. Tam iş yerimin önündeki ışıklardan dönerken bir çukuru fark edemedim. Ön tekeri kurtardım ama arka tekerlek hızla çukura girdi ve hayatımın ilk yılan ısırığı patlağımı gerçekleştirdim =). İş yerime girip suyumu içtim, lastiğimi tamir ettim. Tekrar yola koyuldum.

Sahilden giderken şunu fark ettim, hafta sonu hava güzelken sahil yollarına inmemek lazım. Tarabya’dan Bebek’e kadar trafik var. Kaç tane Ferrari, Jaguar geçtiğimi sayamadım bile =). Bebek’e geldiğimde bayağı bir yorulmuştum. Azıcık orada sahilde oturup dinlendim. Sonra tekrar yol.

Tekrar mola vermeden Bahçelievler’e kadar ulaştım. Bayağı bir yorulmuştum. Duşumu yapıp doğrudan yatışa geçtim =). Uzun ve hüzünlü bir tur oldu benim için Pelin’im olmadığından. Ama Pelin’i de alıp bir gün aynı yolları geçeceğim =).

Toplam Mesafe : 104.31 km
Toplam Sürüş Süresi 04:31:39
Ortalama Hız : 23.00 km/s
Toplam Tırmanış : 1,445 m.
Ortalama Sıcaklık 22° (15°-29°)

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://kirlibisikletler.com/2013/04/pelinsiz-bahcekoy-koy-degildir/

Işık mı? O ne ki?

Don'tBu sabah servisle işe giderken Kireçburnu civarlarında 3 tane bisikletli arkadaş gördüm. Tek sıra olmuşlar, antrenman yapıyorlardı. Hoşuma gitti, ne güzel sabah sabah çıkmışlar, soğuk falan dinlemeden -ki hava heralde -300° falan- bisiklete biniyorlar, antrenman yapıyorlar.

Neyse, bir onlar geçiyor servisi, bir servis geçiyor. Anladığım kadarıyla da öyle çok hobi gibi değil de, daha ciddi şekilde yapıyorlar sporu. Gel gelelim iş yerine vardık. Servisten indim.

Bu 3 arkadaş gerimizde kalmış, yavaş yavaş geliyorlar. Bu sırada yayalara yeşil yandı. Zaten Sarıyer – Büyükdere ışıklarda yayalara yeşil yanması mucize, genelde insanlar yeşil yanmasını beklemeden yola atladıklarından hiç trafik ışığının düğmesine basmıyorlar. Neyse, yeşil yanınca indim ben de yola, dönüp de ışıkta bekleyen bisikletli arkadaşlara selam vereyim diye kafamı çevirdim. Çaat, bir tanesiyle burun burunayım. Hemen kaçtım yana. Arkasına bile dönmeden devam etti(ler).

Şimdi; bisiklete binene her zaman saygım ve sevgim var. Zaten o ana kadar da, kendi kendime, o arkadaşlara gayet ısındım =). Ama o anda trafikteki en sorumsuz adamdan farkları kalmadı gözümde. Benim için; kaldırıma park eden adam, ışıkları hiç takmayıp yayaların üzerine süren adam, sağa dönerken yayaları umursamayan adam oldular gözümde.

Sen orada ister Cavendish ol, ister Contador ol, bana yol vereceksin, geçiş hakkı senin olana kadar duracaksın. Yani şimdi bu adamlar gelip de “Ağbi, bize de trafikte hiç saygı göstermiyorlar yeaa!” demesin bana. Çok pis çıkışırım..

Bu olanın benim gözümde birebir karşılığı;

Yaya geçidinden yeşil ışıkta geçen bir adama bir araba çarpıp da sonradan, “Abi kusura bakma, ralliye hazırlanıyorum da, ışıklarda ne yavaşlıyorum ne duruyorum” demesidir.

Hayır, insanların üzerine sürüyorsun göre göre, bari dön bir özür dile. Ama yook, bisiklet sürüyor ya, dışarıda yürüyen insandan üstün. Var böyle bir kaç tane. Görmedim değil. Ama neyse ki istisnalar kaideyi bozamıyor.

Velhasıl kelam, trafikte saygı, bu şekilde kazanılmaz. Saygı göstermek lazım ki saygı göresin.

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://kirlibisikletler.com/2013/02/isik-mi-o-ne-ki/