Ne dedim ben!

Edip: Sabah saat 8:33… Pelin’le beraber Beşiktaş’tan düştük yine yollara. Pelin’in bisikletini yakın zamanda sattığımız için bir arkadaşından bisikletini ödünç aldık. Bu, Pelin’in 28″ ve sabit maşalı bir bisikletle ilk deneyimi de oldu.

Neyse efendim, Barbaros Bulvarı’ndan son hız Beşiktaş’a indik ve kendimizi sahile vurduk. Vay be şu anda fark ediyorum bunu, Emirgan’a kadar hiç durmamışız. Arada sadece ufak tefek su içmeler ve Pelin’in bisikletinin lastiğini şişirmek için Kuruçeşme’deki benzincide durduk…

Emirgan’a yaklaşırken karından gurultular duyulmaya başladı. Hatta önde olmama rağmen Pelin’in karın gurultusunu duymuş bile olabilirim.  :P  Ee dedik madem Emirgan’dayız, oturup burada bir kahvaltı yapalım… Pelin beni sakin olan bir çay bahçesine götürdü ve oranın tek manzaralı masasına oturttu… Afedersiniz ama yemişim Sütiş’i. O kadar kalabalık, egzoz dumanı çekeceğime hemen bir arkasındaki çay bahçesinde mis gibi rahat rahat otururum… Ki biz de öyle oturduk Pelinimle . Yumurtamız geldi, tostumuz ve bir tane kahvaltı tabağı, hepsinden birer tane alıp paylaştık. Aç karına bisiklet sürüp üzerine kahvaltı etmek ne biçim de güzel bir şeymiş. Burada kahvaltımızı edip, çayımızı, kahvemizi içip tekrar düştük yollara.

Emirgan’ın çılgın trafiğinden hızlıca sıyrılıp İstinye Koyu’nu geçtik, oradan da Yeniköy’ü geçip Tarabya’ya ulaştık yine molasız. Asıl amacımız Hacı Osman Yokuşu’ndan çıkmaktı ama ‘Hadi’ dedik ‘Tarabya Yokuşu’ndan çıkalım’. Tarabya Yokuşu’na girdik, biraz ilerledikten sonra baktım arkada Pelin yok , durdum, Pelin de yetişti hemen arkamdan, baktık ki yorulmuşuz hadi biraz elimizde çıkalım dedik. Yolda giderken, yine, mor ve parlak takım elbisesi ile Serkan Keskin’i nam-ı diğer İsmail Abi’yi gördük . Çok bulaşmadan oradan da devam ettik. Tırmanırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin muhteşem 23 Nisan afişini gördük: “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve ÇOÇUK Bayramınız Kutlu Olsun!”. Kendilerini ayakta alkışlayıp yolumuza devam ettik. Yolda bahçesi rengarenk çiçeklerle dolu bir çiçekçinin önünde fotoğraf bile çekildik.

Tarabya Yokuşu’nun sonuna doğru tekrar bisikletlere atladık ve Hacı Osman’a doğru aktık.  Hacı Osman’dan hemen Bahçeköy yoluna girdik. Ormanın içinden daracık bir yolda Bahçeköy’e doğru kah indik, kah tırmandık… Ama yol gerçekten çok dar ve sürekli kamyon geçiyor, bazı bazı korkmadım desem yalan olur… Hele ki karşıdan gelen araçlar birbirlerini sollamaya kalktıklarında bayağı bir sinirlendim. Hatta bir tanesine avazım çıktığı kadar bağırdım. Sonuçta biz de trafiğin bir parçasıyız ve bize de dikkat etmek zorundalar! İne çıka, muhteşem yeşilliklerin ve kuş seslerinin arasından Bahçeköy’e vardık.

Pelin: Evet, Bahçeköy yolu bence de hem çok güzel hem korkutucuydu Edip’in dediği gibi. Biraz daha geniş yapıp bir emniyet şeridi koysalarmış hiç sorun olmazdı. Bahçeköy’e vardığımızda Edip beni çay bahçesine götürdü. Bir dolu köpek vardı, yaşlı bir tanesini sevdik. Çayları, sodaları benim çantaya attığım nevalemizle birlikte içtik. Sonra Edip oranın harika yemekler yapan esnaf lokantasını gösterdi, çok acıkmadığımızdan orman dönüşü tekrar uğramak üzere, Belgrad’a doğru yollandık.

Girişteki arkadaşa Edip, “paralı mı bisikletle giriş” deyince, çocuk “boşver geçin yaa” gibi bir şey söyledi ve giriverdik öylece, teşekkürler arkadaş! Ormana girdik, iki güzergah vardı, biz tabi uzun olanı seçtik, ama direk yokuşla başlamaz mı… Ben hemen mızırdanmaya başladım, ama ben çok yorgunum gidemem aman da aman canım da canım diye… Bunun üzerine Edipcim tabi hemen ilerledi ve bize güzel bir yer buldu. Orada oturduk sırtımızı ağaca verip… Sessizlik, ağaçlar, biz de gülüşe gülüşe muhabbet ettik orada. Ben hiç kalkmayabilirdim ama tabi ki partnerim beni yine motive etti ve ormanda sürmeye koyulduk.

Ne de iyi etmişiz, mis gibi ve oldukça serin hava, rahatsız etmeyen inişler ve çıkışlar derken… Son bir iniş vardı ki ben başlarda araba gelir diye inişlerde frene asılıyordum. Ama baktım ki Edip uçuyor, çok kıskandım ve en son inişte koyverdim kendimi, araba gelirse de korna çalar canım! dedim. Çünkü hız ve rüzgardan inerken hiçbir şey duyulmuyor arabalara dair. Neyse bir kaptırmışım, baktım ki sonu gelmiş, Edip piknik alanı girişinde durmuş, bana yavaşlamam için işaret ediyor. Sert bir frenle noluyor diye durdum, meğerse koca bir tümsek varmış! Valla Edip söylemese takla bile atabilirdim orda o hızla sanırım.

Sonra etrafa bakındık, piknik yapanlar, yemek yiyenler, yürüyüş yapanlar… Yürüyüş parkurları hoşumuza gitti, ama bisiklet yasaktı. Biz de bisikletlerimizi elimizde iterek parkurun bir kısmını yürüdük. Tartandan tekerler kıpkırmızı oldu. Sonra birer portakal suyu içelim dedik, tuvalet molası verdik öncesinde de. Ama o da ne yahu, her şey fahiş fiyata. Sinir olduk ve 2 yerine 1 portakal suyunu paylaştık, Bahçeköy’e kadar enerji versin diye yanında bir de kraker yedik ve bu defa farklı bir yoldan ormandan çıkışa geçtik. Yol yine güzeldi, bir yerde kıyıda bir çift bisikletli moladaydı. Ormanda ikimiz de, günün ne kadar güzel olduğundan, yeşiller içinde olmanın, spor yapmanın insanı nasıl rahatlatıp hiçbir şey düşünmesine izin vermediğinden bahsederken, ikimizin de tek bir şey düşündüğünü keşfettik: YEMEK! Yahu acıkmışız. O motivasyonla jet gibi Bahçeköy esnaf lokantasına ulaştık bence!

Edip: Bahçeköy’deki Ekinciler Lokantası’na oturduk. Çorbamızı içip yemeğimizi yedik. Sonra kalktık yine çaycıya gittik, orada da sodamızı ve çayımızı içip artık geri dönüş yoluna koyulduk. Bahçeköy’den çıkıp yine Hacı Osman yoluna girdik, yine ormanın içinden, yeşillikler arasında Hacı Osman’a kadar indik. Yolda oldukça kamyon vardı, hatta bir tanesi Pelin’e çok yakın geçti de adama bayağı bir kızdım, adam boş boş yüzüme baktı sadece…

Hacı Osman’a vardık. Ordan Maslak’a doğru sürmeye başladık trafikle beraber… O sırada bir minibüsçü Pelin’i sıkıştırmış ve bir araba gelip kulağının dibinde bağırmış. Odun olmak böyle bir şey… Görüp ders almak lazım . Beşiktaş’a doğru giderken en korktuğum yer Maslak yolundan TEM’e ayrılış. Sürekli araba geçiyor, boş an bulmak neredeyse imkansız. Buraya geldik, Pelin’e tam ‘bak şöyle yapalım, böyle yapalım, geçelim karşıya’ derken baktım yol bomboş, hemen lafı kesip ‘Çabuk, çabuk karşıya karşıya’ dedim, Pelin ilk önce biraz afalladı ama hemen atladık karşıya. En korktuğum yeri de rahatça geçmiş olduk böylece.

Buradan sonra Beşiktaş’a kadar bir sorun yaşamadık. Sadece Point Otel’in önünde bir tane ‘insansı’ yaratık, yanında bayağı bir boşluk olmasına rağmen yolun en sağına kadar girmiş -ki durduğu yer emniyet şeridiydi-. Kendisini nazik bir biçimde uyarmaya çalışmış olsam da, ukala ve kendini bir .ok sanırcasına takındığı tavırlar yüzünden aramızda sertçe bir konuşma geçti. En son bana söyleyecek bir şey o yarım aklına gelmedi herhalde ve hareket çekip gitti. Ben de güldüm, ne yapayım .

Artık son durağa geldik. Pelin’i Darphane’ye bıraktım. Beni güzelce uğurladı. Verdiği öpücükler sayesinde enerjimi topladım ve Bahçelievler’e hiç durmadan ilerledim. Herhalde bi 30-45 dk sonra da ben eve girmiştim.

Ne dedim ben, “Bir gün Pelin’i de alıp Bahçeköy’e geleceğim” dedim. Yaptım… Çok da güzel oldu, çok da harika oldu .

Toplam Mesafe : 74.52  km
Toplam Sürüş Süresi 04:18:40
Ortalama Hız : 18.40 km/s
Toplam Tırmanış : 1,418 m.
Ortalama Sıcaklık 18° (12°-23°)

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://kirlibisikletler.com/2013/04/ne-dedim-ben/

  1. ÇoÇuk bayramı fotosunu koymamışsın

    1. Hemmen ekledim.. Kaçmış gözümden..

Bir cevap yazın

E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.